Vergi Hukukunda Mali Güç ile Vergilendirme Gücü (1)

Bir ülkenin sosyo-ekonomisi’nin başarı durumu o ülkenin ekonomi enstrümanları ve uygulamaları ile yakından ilgilidir. Bu enstrümanların bazıları vergi oranları, vergi, yasalarının pratikliği, yatırımlara engel oluşturmaması, rekabet eşitliği kayıtdışılığın asgari düzeyde tutulması ile vergi idarelerinin yapısal durumu ve bürokratik işlemlerin durumudur.

İster özel ve kamu kesimi olsun, isterse sivil toplum örgütleri olsun her olumsuzluk karşısında yaptıkları açıklamalarda “çok kazanandan çok az kazanandan az vergi alınmalı” sloganına vurgu yapmakta ancak işin aslına ve özüne bakılmamaktadır. Bütün mesele, birşeyler söylemektir. Bu söylemler boş mu? Dolu mu? Olduğu veya problemin nereden kaynaklandığını hususunda hiçbir araştırmaya veya öneriye rastlamak pek mümkün değildir.

Yapılan çeşitli kamuoyu araştırmalarında veya bilimsel çalışmalarda KKTC’deki vergi yükünün (uluslararası tanımlamaya göre sosyal güvenlik prim ve katkı payları dâhil) yüksek olduğu, buna karşın halkın kamusal hizmetlerden yararlandırılmasının ise dünya ölçeklerine göre çok düşük olduğu açıkça görülmektedir. Üstelik bir de kamu kurumları ile kuruluşlarındaki bürokratik işlemlerin hantallığı, işbilmezliği ile hükümetlerin gereksiz harcamaları da eklenince adaletsiz uygulamalar hat safhaya çıkmaktadır.

Hâlbuki Anayasamızın “Vergi Ödevi” başlıklı 75(1). maddesi “HERKES, KAMU GİDERLERİNİ KARŞILAMAK ÜZERE MALİ GÜCÜNE GÖRE VERGİ ÖDEMEKLE YÜKÜMLÜDÜR” kuralını öngörmüştür. Bu kuralın benzeri kural tüm demokratik ülkelerin Anayasalarında da mevcuttur. Önemli olan “kamu giderlerinin karşılanmasının” gerçek tanımının ve vergi uygulamalarında  “mali gücün” gerçek tanımının ve kapsamının çok iyi bilinmesidir.

Keza, hükümetlerin de “vergi alma” yetkilerini kullanırken saptanacak oran veya miktarların da, ülkenin sosyo-ekonomik durumunun ve rekabet edebilirliği ile kalkınma stratejilerine etkisinin de çok iyi hesaplanması gerekir.

Herkesin mali gücüne göre vergilendirilmesinde gelir ve servet düzeyleri birbirinden farklı olan yükümlülerin gelir ve servet düzeylerinin farklılığının dikkate alınmasında en önemli husus vergilendirmede adaletin temel unsur olduğu gerçeğidir. Bu nedenle, vergilendirmede adil bir uygulamanın gerçekleştirilebilmesi bakımından, “fedakârlık yaklaşımının” aşırı güçlükler taşımaması için daha uygulanabilir ve objektif ölçülerin araştırılmasını gerekli kılmaktadır.

Vergi adaletini oluşturan bu ölçülerin başlıca unsurları şöyle özetlenebilir:

Vergilendirilecek gelirlerin veya kazançların gerçek gelire (ispata) dayandırılmalıdır.

Vergilendirilme sonuçları ekonominin gelişmesine ve rekabet edebilirliğine engel oluşturmamalı veya işletmelerin cezalandırılması amacıyla kullanılmamalıdır.

Vergilendirme prosedürünün pratikliği ve süresinin makul esas ve kıstaslarda olmalıdır.

Vergi idaresinin yetki sınırları belirlenmelidir.

Vergi yükümlülerinin yasal haklarının kapsamını makul ve mantıklı olmalıdır.

Verginin ödenmesi zorunluluğuna paralel fazla veya yersiz ödenen verginin iade prosedürü ile süresi kısa ve zorunlu olmalıdır.

Vergi idaresi bağımsız bir yapıda faaliyet göstermelidir.

Mali güç denildiğinde ne anlaşılması gerekir? Elde edilen para miktarı mı? Edinilen servet değeri mi? Yapılan harcamaların miktarı mı? Sorularının ölçü veya gösterge olarak esas alınmalı mıdır? Yoksa bunların tümü mü? Bu konuya çözüm aranırken sözkonusu tüm göstergelerin birer mali güç olduğu ancak bunların ayrı tür vergi düzenlemeleri altında vergiye tabi tutulması uluslararası vergi bakımında genel kabul görmüş bulunmaktadır.

Bu hususta dikkate alınacak olan ölçülerden bir tanesi olan “gelir göstergesi” esas alındığında bir kişinin, kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu aile bireylerinin yaşamını asgari düzeyde idame ettirmeye yetecek bir gelirin üzerindeki gelir kısmının bir tür mali güç gösterisi olabileceği bakımından makul olmasına karşın yine de saptanmasının oldukça zor bir özelliğe sahip olmasıdır. Keza, bir şirketin ekonomiye sağladığı katkıların devamı ve yatırımların gelişmesini sürdürebilmesi için de aynı özellikler de geçerlidir. Dünyaca tanınmış bazı ekonomistlere göre kişilerin farklı mali güç göstergelerine ve vergi ödeme kapasitesine sahip olmaları nedeniyle vergi konusunun bir bölümünün korunması, bir kısmının da vergi dışı bırakılması gerektiği görüşüdür.

Mali güç göstergesinde dikkate alınan gelir, servet veya tüketim unsurlarından hangisinin esas alınması gerektiğinin büyük önemi vardır. Bu göstergelerden en iyisi hangisidir? Yoksa tümü de mi birer gösterge olarak dikkate alınması mı? Vergi ödeme gücünün belirlenmesi bakımından günümüzde en önemli göstergelerin başında gelir unsuru kabul edilmektedir. Bu gelir unsurunun sadece nakit parayı kapsamadığı, ayrıca elde edilen çeşitli menfaatlerin parasal değerini de kapsadığının bilinmesinde yarar vardır.

Vergi ödeme gücü açısından konu ve matrahın seçiminde gelir, bütün ülkelerde vergi ödeme gücünün önemli bir göstergesi olarak esas alınmakla birlikte, bilimsel çevreler tarafından kişinin vergi ödeme gücünün belirlenmesinde tüketimin esas alınması gerektiği konusunda görüşler de ileri sürülmüşlerdir. Bu görüşlerin dayandırıldığı hususlardan bir tanesi vergilendirme açısından kişilerin konuya direkt vergiler (dolaysız vergiler) ile katkılarda bulunmak yerine, yapılan mal ve hizmet tüketimi üzerinden dolaylı vergilendirilme yöntemiyle vergilendirilmesinin daha doğru olacağıdır.

Vergi adı altında uygulanan vergisel yükün adaletli bir şekilde dağılım göstermesi, kişilerin hayatlarını insanca idame ettirebilmeleri ve refah düzeylerinin yükseltilmesi amaçlarında kullanılması gerekir. Bu konuda yetecek finansal kaynağın yetecek miktarda vergi yöntemiyle alınmasının gerektiği uluslararası kabul edilen genel bir ilkedir. Bir diğer genel ilke ise alınan vergilerin azami miktarının halkla tekrardan hizmet olarak dönmesidir. Örneğin, eğitim, sağlık, ulaşım vb. hizmetler gibi hizmetlerden tüm halkın yararlanması gerekirken yıllardan beri bunu söylemek mümkün değildir.

Özellikle bahse konu amaçların sağlanmasında vergi yükünün tamamen ve kısmen azaltılmasında etkili olan bazı yöntemler şunlardır:

Kişilerin elde ettiği gelirlerin vergilendirilmesinde vergi matrahının hesaplanmasında en az geçim indirimi muafiyeti verilme yöntemi,

Sosyal amaçlı diğer muafiyet ve istisnalar verilmesi yöntemi,

Vergiden en az geçim indirimi vergisinin indirilmesi sistemi.

 

Gelir Vergisi gibi dolaysız vergi uygulamasında ödeme gücüne ulaşılmasında en önemli unsur “en az geçim indirimi” diye anılan ancak ülkemizde “Asgari Ücret” olarak tanımlamış olan ve bir kişi ile bakmakla yükümlü olduğu ailesinin yaşamını asgari düzeyde sürdürebilmesi için gerekli gelirin vergi dışı tutulmasını ifade etmektedir. Ebette ki vergiden tutulması gereken bu miktarın saptanması zannedildiği kadar kolay değildir ve bu konuda bilimsel çalışma yapılması gerekir.

Bahse konu uygulamada vergiye tabi gelirden en az geçim indirimi tutarının düşürülmesinden sonra kalan kısmı vergilendirilmektedir. Bu uygulama, taşınır ve taşınmaz mal sermaye iratları dışında gelir elde eden tüm gerçek kişi statüsündeki vergi yükümlülerine uygulanmaktadır. İrat türü gelirler ise belli oranlarda stopaj yöntemi ile brüt miktar üzerinden üniter sistem (toplam gelir) dışında kesim ve sabir oranda vergilendirilmektedir. Bahse konu vergilendirme işlemlerinde bu yöntemin uygulanması nedenlerinden en önemlisi sözkonusu iratların elde edilmesinde emek unsurunun olmayışı ve risk taşımamasıdır. Kaldı ki birçok ülke taşınır ve taşınmaz sermaye iratlarının net kazancını da üniter sistem kapsamında vergilendirmekte olup bunun daha adil bir yöntem olduğu kanaatindeyim.

Vergi ödeme gücüne ulaşma ticari, sınai, tarımsal faaliyet, emek geliri ve sermaye iradı (geliri) türleri değişik boyutlardaki birleşiminde sağlandığına göre bu konu üç grupta ele alınabilir. Sözkonusu gelirler kapsamına giren türlerini sosyo-ekonomiye katkısının planlanmasında ve yönlendirilmesinde bu gelir türlerinin önemi birbiri ile kıyaslandığında ve düşük oranlarda vergi alınmasına “ayırma ilkesi” denilmekte olup uygulama yöntemleri şöyle özetlenebilir:

Gelir kaynaklarının sınıflandırılması ve net gelir esası üzerinden vergi alınması;

Taşınır ve taşınmaz mal sermaye iratlarından (gelirlerinden) stopaj yöntemiyle farklı oranlarda ve brüt gelir üzerinden sabit oranlarda kesin yükümlülük kapsamında vergi alınması;

Emek gelirlerinden en az geçim indirimi uygulanması sonucu vergi alınması.

                                     (DEVAMI GELECEK HAFTA)

 

 
 
1272147
Ip : 3.145.191.169